Şükür

Şükür

Kafese konulmuş kuştan farksız hayat sürdüğünü düşünüyordu. Sıkılıyordu. Hele arkadaşlarını oynarken görünce kendi haline acıyordu. Top oynarken kırılmıştı ayağı ama yine oynamak yine koşmak istiyordu. Yalnızlıktan iyiden iyiye sıkılıyor, sabrı azalıyordu.   Annesi bahçeye gidiyor, arada bir uğrayıp tekrar çıkıyordu. Babasını akşamdan akşama görebiliyordu. Keşke benim de kardeşim olsaydı, en azından onunla zaman geçirirdim, diye iç geçirmeleri sıklaşıyordu. İçinde buruk bir his vardı.

Dışarıdan çocuk sesleri geliyordu. Pencereye doğru yaklaştı. Cama alnını dayayıp kimlerin olduğunu görmeye çalıştı. Ahmet, Cemil, Emin, Ali hepsi oradaydı. Onlarla olamadığına üzülmüştü. Halini hatırını sormadıkları için de arkadaşlarına biraz içerlemişti. Yedi kiremit oynuyorlardı.

Acı fren sesiyle karışık patırtıyla sarsılmıştı pencerenin camı…

Feryat…

Çığlık…

Korku…

Heyecan… 

Ağlamalar…

Ve kan…

Gördüğü manzara karşısında dehşete kapıldı. Daha önce yaşamadığı bir hisle göğsü inip kalkıyordu. Amerikan filmlerinde rastladığı sahneler gözünün önünde yaşanmıştı. Otomobil süratle gelmiş, fren yapmış, duramamış, Ali ile Emin’i önüne katıp yirmi - yirmi beş metre kadar sürüklemişti. Arabanın tamponu, yol ve duvar kırmızıya boyanmıştı.  Her ikisinin de sadece ayakları gözüküyordu. Çok geçmeden ana baba günü olmuştu pencerenin önü. Merakın korkuyu bastırmasıyla açılan gözler, yaşanan facia karşısında sımsıkı yumuluyordu. Çaresizlik içinde koşuşturan bir yığın insan...  Polis arabaları ile ambulansın acı feryatları birbirine karışıyordu.  

Pencerenin köşesinde küçücük, çelimsiz vücudu kaskatı kesilmişti... Dizinin üstüne değin uzanan alçıya bir de dışarıdaki kalabalığa baktı.

0 YORUMLAR

    Bu KONUYA henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu sen yaz...
YORUM YAZ